Arkama bakmadan yeşilyurta doğru ilerledim. Amacım oradan trene binip Bakırköye gelmek oradan da minibüs ile eve gitmekti. Ancak ne yapacağımı şaşırmış bir vaziyette hava harp okulundan çıktıktan sonra sola dönüp istasyona doğru ilerlemeye başlamıştım.
Halbuki evden uçuş eğitimine gideceğim diye vedalaşarak çıkmıştım sabah. Eşyalarımı sırt çantama koymuş annem ile vedalaşmıştım. Abimi görememiştim o erkenden işe gitmişti. O zamanlar cep telefonu falan olmadığından arayıp da vedalaşmak hak getire.
Arayacaksın, eğer telefon yanın da ise ne şanslısın konuşursun belki. Yanın da değilse haber verirsin belli bir süre sonra gelir orada beklerse, sen aradığında telefon meşgul değilse görüşürsün bir güzel. Tabi bu arada sen ararken , aradığın kulubede arkanda kimse yoksa sıradakiler homurdanmıyorsa bir kaç kere daha deneme hakkın olabilir. O zamanlar kontörden ziyade insanlar jeton taşırdı ceplerinde. Bu jetonlar nedeni ile pantalon cepleri hep delinirdi.Sonraları kartlı telefonlar çıktı da rahat ettik. Cüzdana giren telefon arama imkanı. Vay be çağın teknolojisi gibi gelirdi insanlara. O zamanlar insanlara kiminiz iki tane telefon taşıyacaksın deseler kimse inanmazdı kafa geçerlerdi herhalde.
Çıktım eve doğru gittim. Evden içeri girdiğimde annem şaşırdı ancak anlam veremedi duruma. Bende o üzülmesin diye detaylı bir şekilde anlatmadım ona. Elendim demedim. Haber bekliyorum dedim.
O da liseden samimi sınıf arkadaşımın beni aradığını, hatta bana ulaşmak için hava harp okuluna gittiğini öğrendim. Hayret ettim herhalde dedim benim ile vedalaşmak istiyor zira o da hava harp okulunun imtihanına girmiş ancak kazanamamıştı. Neyse bulurum ben onu diyerek evden dışarı çıktım.
Ev dışında arkadaşlardan kimi gördü isem O…. ‘ın beni aradığını öğrendim. Meraklanmıştım alla alla dedim kendime ne oldu bu oğlana. Dur bakalım dedim tam yeniden hava harp okuluna geri dönmeye karar verdiğimde yolda yürürken karşıdan kan ter içinde O….nun geldiğini gördüm.
Nihayet dedi. Nerdesin abicim sen. Ta okuldan geliyorum seni bulmak için anam ağladı. Hadi gidiyoruz dedi bana
dur abicim nereye gidiyoruz hayırdır önce bir soluklan yahu.
Vaktimiz yok son şans yarına kadar muayeneleri tamamlamamız lazım. O yüzden hemen başlamamız gerekiyor.
Neye başlamamız gerekiyor yahu dedim.
Deniz Harp Okulu muayenelerine dedi.
Ben unutmuştum aslında. Daha doğrusu Hava Harp Okulu’ndan elenince aklımdan çıkmıştı deniz harp okuluna başvurduğumuz ve sınavı kazandığımız. Aynı zaman da ben Kara Harp Okulu ve Polis Akademisine de başvurmuş onlarında imtihanlarını kazanmıştım. Ancak onların sağlık muayeneleri daha sonra yapılacaktı fakat ben bunları unutmuştum açıkcası. Gerçi kara harp ve polis akademisi imtihanına girmiştim ancak bu okullara gitmeyi nedense düşünmüyordum. Sanırım sadece ankara seyahati için girmiştim onların imtihanına.
İkimizde yedek kazanmıştık ve aramız da bir kaç kişi vardı. Dolayısı ile sağlık muayenesini yaptırmamız ve yarın Cuma olması nedeni mesai bitimine kadar kurul raporunu tamamlar isek hafta sonu itibari ile okula teslim olup intibak eğitimine başlayabileceğimizi söyledi bana arkadaşım. Çok heyecanlı idi.
Ben hava Harp okulundan elenince tamamen üniversite kazandığım bölüme odaklanmıştım. Hatta kaydımı yaptırıp okula yakın bir yerde bir iş bulup part time olarak da orada çalışmayı koymuştum kafama. Kendimce okuduğum bölüm ile alakalı olarak hayata bir an önce hazırlık yapacaktım. O yüzden ne deniz harp okulunu, ne kara harbi nede polis akademisini önemsiyordum şuan. Çok kırılmıştım zira. “Sağ Böbrek Alanında Taş” lafını yıllarca unutmayacaktım, o doktoru ve benden önce elenip te tekrar torpil ile hava harp okuluna giren öğrenciyi yıllarca unutamayacaktım. Keşke daha çok aklımda kalsa idiler şimdi ne isimleri aklımda nede suratları. Aslında o çocuğun nerede görev yaptığını çok merak ediyorum. Sonuçta rütbelerimiz üç aşağı beş yukarı aynı olacaktı. Rütbe işinde de torpil olacak değildi ya!
Neyse çıktık bir yola işte. Kasımpaşa Deniz Hastanesine giderken; belediye otobüsünün arka beşlisinde başladık hayal kurmaya. Beraber aynı okulda okumanın verdiği mutluluğu başladık paylaşmaya. Hatta okul sırasında birbirimize nasıl destek olacağımızı bile konuşmaya başladık. Dur dedim hayali bırak önce şu muayeneden geçelim de. Ben tecrübeliydim ya süt – yoğurt hikayesi işte.
Bunun yanın da kasımpaşa deniz hastanesinin avlusu hava harp okuluna göre daha hoş bir ortamdı. 4 taraf eski binalar olmasına rağmen orta tarafta bir avlu ve ağaçlar ile çiçekler bulunmakta idi. Muayeneler hemen başladı. Göz ve ortopedi muayenelerinden sağlam çıkmıştık arkadaşım ile beraber. Buradaki muayeneler hava harp okulundaki kadar sıkı ve katı değildi. ortopedi de bel rontgeni aynı şekilde çekiliyordu ancak göz muayenesinde sadece görme ve renk körlüğü kontrolü yapılıyordu.Öyle göze damla damlatarak ileriki zamanlarda olabilecek göz bozukluklarını tespit etme diye bir şey söz konusu değildi yani. Ancak buna rağmen adayların yarıya yakını bu iki muayene de elenmişti. Tabi elenenlerden bir tanesi de benim o sırada orada olmamı sağlayan arkadaşımdı. Adını şimdi hatırlayamadım bir göz rahatsızlığı nedeni ile muayenelerden elenmişti. Ancak ikimiz iki ayrı grupta olduğumuzdan benim onun gözden elendiğinden haberim olmadan ben muayenelerimi öğleden sonra tamamladım ve kendisini beklemeye başladım. Zira bir saat sonra kurul yapılacak ve ertesi gün okula teslim olabilecektik. Ancak arkadaşım malesef elenmişti işte. Ve ben bunu ancak kendi muayenelerim bittiğinde avluda onun yanına gittiğimde öğrenebildim. O da moralsiz bir şekilde beni bekliyormuş hastanenin avlusunda.
Neyse dedim takma kafana bende gitmeyeceğim zaten sakın üzülme dedim kendisine. Ben seni bilerek bekledim zaten bari sen git dedi bana. Ya boşver ben ne yapacağım ki orada dedim. Ama beni dinlemedi ve benim sağlık kuruluna girmemi sağladı. 45 dakikalık bekleyiş sonrası muayenelerden geçtiğimiz ve ertesi gün Tuzla’da bulunan Deniz Harp Okulunda olmamız gerektiği tarafımıza tebliğ edildi.
Oradaki son mülakattan sonra yaklaşık 45 günlük intibak eğitimine başlayacağımızı anlattılar bize. ancak bu intibak lafını pek anlamadım ben o sırada. Ne demekti intibak. Ne intibağı neyse dedik bakalım.
Ertesi sabah çıktım yola ; tabi malesef yanlız bir şekilde. Benim deniz harp okuluna gitmeme vesile olan arkadaşım olmadan. Otobüs-vapur-tren üçlüsü sonrası tuzla tren istasyonuna ulaştm nihayetinde. Tren istasyonundan sonra okula kadar minibüs olduğunu söylemişti bir tanıdığım.Yaya üst geçidinden merdiven ile inerek istasyonun arka tarafına doğru yola koyuldum Trenden inenlerin büyük bir çoğunluğu da benim ile bu istikamette yöneldi. Arka tarafta beyaz elbiselerin içinde bir çok insan vardı.
Minibüslerde yolcu çağırmak için kornalarına basıyor, tuzla tuzla diye ses çıkarıyorlardı. Trenden inenler gideceği yere göre ya minibüse biniyor ya bilmediğim bir istikamete doğru yürüyor ya da Belediye otobüsüne biniyorlardı. Bu arada karacı olduklarını düşündüğüm haki renk elbiseli onlarca asker de istasyondan bir istikamete doğru yürümeye başlamışlardı.
Sonradan ömrümün 4 senesini geçireceğim tren istasyonundan harp okuluna gitmek üzere bende arkalarından gidiyorum ancak ben onlar kadar emin değilim. Bari birisine sorayım diye düşündüğüm sırada, hayatım da ilk defa gördüğüm yarı kamyon yarı otobüs bir araç daha vardı orada. Garip bir şeydi bu araç rengi de enteresandı. Gri. Plakası da değişikti. Ve ilk defa gördüğüm kıyafetlerden girmiş asker olduğunu sandığım bir kaç kişi de bu aracın yanında duruyorlardı. Bir tanesinin elindeki kağıt karton üstüne mavi yazı ile Deniz harp Okulu yazılmıştı. Bu araca bir takım sivil insanlar biniyor askerlerde bazılarına selam veriyordu, anlam verememiştim askerlerin bu selam verme nedenlerine.
Bunun yanında ellerinde şapkaları olan bir takım beyaz kıyafetli insanlar daha vardı. Bunların yalnız saçları çok uzun du. Hatta bazılarının sakalları bile uzundu. Asker olamazdılar ama bunlar kimdi peki. Daha sonraları ise bunların tuzlada bulunan Yüksek Denizcilik Okulu Öğrencileri olduğunu öğrendim. Onlar da deniz harp okulu öğrencileri gibi aynı kıyafeti giyiyorlar ama onlar çakı cevizi, meç takmıyorlar ve onların şapkalarının siperlik kısmı sarı kordon ile çevrilmişti.
Servis aracının yanına geldim. Elinde kartonu tutan askere okula gitmek için bu araca binebilirmiyiz dedim. O da bana bir süre bakıp, hayır bu personel servisidir siz binemezsiniz şurdaki minibüsler ile gidin dedi.Bizde mecbur bu garip gri otobüse baka baka minibüse bindik. Nolurdu alsan aynı yere gidiyoruz işte. Hatta birazdan meslekdaş olacağız seninle ne varki diye düşünüyordum içimden meğerse aday öğrenci olduğumu söylesem servis denilen bu araca binebileceğimi daha sonraları öğrenmiştim.
Okula varmadan önce güzel manzaralı yerlerden geçtik. Denizden gelen bir yosun kokusu insanı mutlu ediyordu. O ana kadar pek istekli değildim aslında.Okula teslim olunduğun da bir mülakat daha olacağını biliyordum. Son mülakat. İçimden bir yanım dilerim orada elenirim diyordu. Diğer yanım ise yok ya devam et diyordu. Bir yandan da sağlık muayenelerin de elenen arkadaşıma ihanet ediyorum gibi geliyordu bana. Neyse dedim kendi kendime herşey oacağına varır herşeyin hayırlısı elenmez isek devam ederiz işte dedim yine içimden.
Minibüs şöförüne iki kere sorunca en son eleman dayanamadı ve birader sen en son durakta ineceksin merak etme daha gelmedik diyince iyice etrafımdaki deniz ve güzel evlerin manzarasını seyire daldım. Sonradan öğrendiğim Tuzla ilçesinden geçip biraz daha ilerledikden sonra en son durağa vardık. Minibüsden indiğimde her tarafın toz toprak olduğu bir inşaat alanı bir tepeye gelerek minibüsten indim.Tepenin arkası henüz indiğim yerden gözükmediği için şöföre gene sordum abi okul nerde. Minibüste benden başka kimse de kalmamıştı aslında. Tepenin arkasında dedi bana umursamaz bir tavır ile. ve ben indikten sonra u dönüşü yapıp arkasına bile bakmadan ilerlerdi.
Şöförün gösterdiği yöne doğru ilerlerdim. Tepeyi aşınca tam bir şok yaşadım. tepenin arkasında uçsuz bucaksız bir yol yolun ortasında bir yerde bir güvenlik kontrolü (sonradan öğrendiğim buranın adı lumbarağzı imiş) ve enteresan bir mimari altında binalar. Bir yarım adanın üstünde yüzlerce bina ve hepsi tek renk. Nedense griye çalan bir renkde.
Yeni bir okul idi onu duymuştum.Heybeli adadaki eski okuldan buraya taşınmış ve ilk mezunlarını vermeye başlamıştı. rivayete göre dünyanın en büyük okulları sıralamasında dereceye giriyordu. Güvenliğe doğru ilerlerlerken içimde ayrı bir heyecan oluşmaya başladı ve okul hoşuma gitmeye başlamıştı.
Okul girişine geldiğimizde bu girişin adının “Lumbarağzı” olduğunu öğrendik. Halbuki hava harp okulunda buna nizamiye diyorlardı. Farklı bir dünyaya geldiğimiz daha girişinden belli oluyordu aslında. Belliki terimleri de farklı idi bu dünyanın sadece üniforma rengi değil yani.
Lumbarağzından gerekli kontrollerden sonrası, yanımda getirdiğim çantaların tamamı araştırıldıktan sonra sonradan rütbesinin yüzbaşı olduğunu öğrendiğim bir subay bana bu kıyafetlere gerek yok. Kimse söylemedimi sana dedi.
Anlam verememiştim neden kıyafete gerek olmadığına ama soramadım. Daha sonra karnımın aç olacağı düşünülerek lumbarağzının iç tarafında bulunan bir salona geçtim. Daha sonra buranın ziyaretçiler için gazino olduğunu öğrendim. Meğerse orada çok ziyaretçi bekleyeceğimi anlamamıştım tabi. Elime bir naylon içine konulmuş yarım ekmek içi köfte bir vişne suyu ve bir çikolata olan ve adına kumanya denilen bir şeyler sıkıştırdı bir asker. Ye dedi. Acıkmadım desemmi demesemmi diye düşünürken az önce ki yüzbaşı bana bakıp bakıp gülüyordu.
Daha sonradan bu yüzbaşının bizim sınıfın bölük komutanı olduğunu öğrenecektim.O gün kendisi nöbetçi subayı olmayı bilerek kendisi istemiş. Gelen öğrencileri ilk kendi karşılamak istemiş. Liderlik denilen olgunun ilk doneleri idi bunlar aslında.
Eğitim kurumu adı üstünde.
Yarım saate yakın orada bekledim. Kumanyamı yedim ve askerin getirdiği çayı içtim. Askere mahcup olmuş bir şekilde bir kaç kere teşekkür ettiğimde asker de bıyık altından bana gülmeye başlamıştı. Meğerse askerin görevi bize hizmet etmekmiş. Öğreneceğiz işte. Her gün.
Tren istasyonun da gördüğüm gri renk kamyon otobüsten bir tane geldi bulunduğumuz yere. Garip hava sesleri çıkararak durdu. Aracın şöförü hızlı bir hareket ile nöbetçi subayına hızla selam verdi ve bir şeyler söyledi. Sonra yüzbaşı bana dönüp ismimi söyleyerek bana gel dedi.
O garip araca binmemi söyledi.Daha doğrusu emretti.Aracın içinde benim gibi okulun imtihanını kazanmış 10 kişi civarında öğrenci adayı vardı.
Araç ile beraber Karargah destek kıtaları denilen kısıma giderken sol tarafta büyük ama çok büyük binalar ile beraber çok uzun bir yol daha vardı. Yolun sonun da ise gene büyük bir kaç bina daha gördüm. Ancak bu binalar bu güne kadar gördüğüm hiç bir binaya benzemiyordu. Enteresan bir mimarisi vardı bu binaların. Bu okul bahsedildiği kadar da büyükmüş hatta az bile söylemişler, dedim içimden.
Karargah kısmına girdikten sonra bir masa etrafında toplanmış 4-5 subayın olduğu bir odaya girdik sıra ile. Burada bizim gibi olan 50-60 civarı daha sivil öğrenci vardı. Bir süre sonra tek tek isimlerimi okundu ve o subayların bir takım sorularından sonra subayların arkasında bulunan kapıadn içeri geçiyorduk. Bu kapı meğerse bizim yıllar sürecek askeri hayatımızın başlangıcı aynı zaman da sivil hayatımızın son kapısı imiş.
Son mülakat sonrası bende kapıdan içeri geçtim ve diğer arkadaşların arasında bir yer buldum kendime.
devam edecek