yüksek gerilim hatlarında bulunan toplar…


Yıllardır seyahat ederken dikkatimi çekerdi. Son günlerde bayağı bir şekilde de arttı bunlar. Hep kafama takılırdı aslında. Ne için koymuşlar bu topları tellerin üzerine diye düşünmeden edemezdim aslında.

Esneme ile ilgili düşünmüştüm olayı. Yani tellerin aşırı sıcak veya soğukta esnemesi (veya esnememesi) için alınmış bir önlem olarak kendi kendime yorum yapmıştım. Yanın daki tel ile mesafesinin fazla olması nedeni ile de iki telin birbirine temas etmesini engelleyici bir unsur olarak düşünmem de kısa sürdü. Zira bu iki telin kopmadan birbirine temas etme imkanı yok. Mesafeleri çok uzak ve top sadece bir tel de vardı.

Enteresan olan ise bu topları son yıllarda kırmızı ve beyaz olarak boyamaya başladılar. ve yüksek gerilim hattında sadece bir tel de olması ise ilgimi daha da çekti.

En son bu gün iş yerime doğru giderken bu konu tekrar kafama takıldı. Zira güzergah boyunca, yola paralel giden tüm hatlarda bu toplarda konulmuştu. Enteresan nokta bu toplar üzerlerinde ki boyadan dolayı olacak sanırım hafif de parlıyordu. Herhalde fosforlu boya idi.

Nihayetinde google amcanın ekranından kısa bir araştırma yapınca bu topların ne işe yaradığını nihayetinde öğrendik.

son zamanlar da artan hava trafiği ve uçuş sayılarının artması nedeni ile bir emniyet tedbiri olarak konulmuş bu toplar. Özellikle de helikopter gibi alçak uçuş yapan araçlar için faydalı bir uygulama.

Özellikle gece uçuşu sırasında bazı rakımı yüksek yerlerde bulunan bu yüksek gerilim hatları pilotlar için bir nevi bubi tuzağı. Gündüz bile görülmesi sıkıntılı iken, özellikle de gece görülmesi nerede ise imkansız. Uçuş sistemlerinin de bu telleri o süratlerde farketmesi de mümkün değil. Tek imkan pilotun dikkati ve uçuş yaptığı yeri tanıması aslında.

Dolayısı ile bu toplar gündüz uzaklardan farkedilebilmesi için kırmızı beyaz olarak boyanmış, gece de boyanın özelliği nedeni ile parlama imkanına sahip.

Bunun dışında internette dolaşan, teller üzerinde yürüyen su ve nemin toplara doğru akmasını sağlayarak, güvenli bir şekilde damlamasını sağlar ifadeleri tam bir internet efsanesi. Böyle bir şey yok gerek de yok. Yani tek amacı var hava araçlarına yani hava trafiğinde uyarıcı etken, ikaz olarak kullanılmakta. İnsanın aklına koskoca yüksek gerilim direkleri ve telleri nasıl görülmez diye gelebilir.Ama bir helikopterin uçuşu sırasında bu tellerin gözükme imkanı çok zor. Son zamanlar da bir takım acil ambulans helikopterlerinin şehrin hemen hemen her yerinde görülebilir hale gelmesi bu uygulamanın aslında pilotlara büyük kolaylıklar sağladığı aşikar. Özellikle de alçak uçuş,iniş ve kalkış durumlarında.

Yıllar önce bir sınıf arkadaşımın bu tellerden birine takılması ve şehit olması geldi aklıma şimdi. Kimbilir belki bu uygulama o zamanlar da olsa tellere çarparmıydı ?

kalın sağlıcakla.

elbette…


Fikirlerin sahiplerini öldürmek, fikirleri öldürebilmek anlamına gelmez. Dost olarak davrandık davranışlarımızdan anlamayan zevatlar sadece dost kaybettiler. Ama biz dostluğumuzdan taviz vermedik. Ama yanlış anlaşıldık…

Ne oldu dosta ihtiyacı olanlar dost kaybetti. Biz ise biraz daha tecrübe kazandık… Yola devam.

Bir şarkı ile devam…

Güneş her akşam batıp, hergün doğuyorsa.

Çiçekler solup solup tekrar açıyorsa

en derin yaralar kapanıyorsa, en büyük acılar unutuluyorsa

neden korkulur hayatta söyleyin bana, ben neden aynı kalayım söyleyin bana.

Elbette bazen çiçek açıp bazen solacağım, elbette daldan dala konup sonra uçacağım.

Elbette bazen hızla dönüp, bazen duracağım, elbette bazen söyleyip bazen susacağım.

İnanmadım asla inananamam, herşeyin sonu olacağına.

Elbette bugün ağlıyorsam, yarın güleceğim Elbette bazen geçip gideceğim, sonra döneceğim.

 

referandum sonrası yasa beklentisi…


Halimiz her geçen gün kötüye mi gidiyor yoksa daha mı iyi oluyor anlayamıyorum artık. Bir gün ümitlenirken ertesi gün moral bozucu bir davranış ile karşı karşıya kalıyoruz. İnsanlık namına artık bırakılan, unutulan hatta ayıplanan bir selam verme edebinden uzaklaşalı o kadar oldu ki.

Nedense komşusundan bi haber insanlar. Nedense haberdar olmak istemiyor(uz). Nedense.

Bir hak yeme ve ben kavgası son sürat devam ediyor hiç ölmeyecekmişiz gibi. Bir para kazanma ve en zengin olma çabası son sürat gidiyor yarına çıkma senedimiz varmış gibi.

vardır bir bildiği(miz) kimbilir ama ben henüz çıkamadım bu işin içinden.

Çıkabilmeyi düşünmekte aslında bir ayrı dert. Çark son sürat sisteme çalışıyor. iş gereği yapmış olduğum gezilerde sistem çarklarının hemen hemen her yerde, kendisine karşı çıkanları öğüttüğü bir aşikar.

bu yazı kaleme alındığı zamanlarda bir referandum stresinden çıkmıştı ülke. Bir taraf hayırcılar derken bir taraf evetçiler olmuştu. Her zaman ki gibi bir kutuplaşmanın oluşturduğu doğal olmayan bir stres işte…

Neyse referandum da ne oy kullandığımızın pek önemi yok aslında. önemli olan herşeyin memleketimiz açısından HAYIRLISI olması…

kalın sağlıcakla.

şeref madalyalı stk gönüllüleri…


Bir gönüldaş hislerime tercüman olmuş aslında. Ben şuan daha iyisini yazamayacağımıza göre müsadesi ile…

rotamız filistin ŞEREF MADALYALI STK GÖNÜLLÜLERİ

Hayatım boyunca pek çok fırsat kaçırdım. Ama içim hiç bu kadar yanmamıştı. Hani derler ya; “durdukça koyuyor” diye, işte aynen öyle…

Hele o gönüllüleri televizyonda izledikçe, aydınlık yüzlerini, ışıldayan gözlerini, anlattıkça gönüllerinden fırlayan huzur ve mutluluğu gördükçe adeta cennet kapısı açılmışta girme fırsatını yakalayamadan yüzüme kapanmış gibi hissediyorum.

Akaid uleması keşke lafını sevmez, ama mutasavvıflar işlenen günahlara tevbe etmeyi şart koşarlar. Ben de bu gafletime ve kaçırdığım fırsata keşke diyorum, keşke ben de o gemide olsaydım…

Dünyanın insan hakları savunucuları, ülkemizin sivil toplum örgütlerinin aktivistleri ve insanlık onurunu kurtarmaya çalışan, Gazze’deki çağımızın kanserine merhem olmaya çalışan gönüllüler boylarından çok büyük başarı elde ettiler. Onların bir adım gayretine Rabb ül âlemin bin Rahmetiyle destek verdi.

Başardılar…

Tüm dünyanın dikkatini buraya çekerek, zulme dur demek gerektiğini herkese idrak ettirdiler.

Siyonist Yahudilerin ne kadar vahşi ve ne kadar insanlık ötesi canavarlar olduklarını insanlık âlemine gösterdiler.

Perişan haldeki Gazze halkına ise küçük de olsa bir nefes verdiler.

Bunlar için dokuz şehit vermek gerekiyormuş. Takdir Allah’tan.

Elbette ölmeyi hiç düşünmediler. Hayallerinden bile geçirmediler. Onlar sivil toplum kuruluşlarının aktivistleri ve insanlık onurunun vicdan sahibi gönüllüleriydi. Belki, birçoğu ömürlerinde hiç silah da görmemişti. Yanlarına çakı bile almamışlardı. Çoluk çocuklarıyla piknik yapmaya gider gibi, hatta –içlerinden birinin dediği gibi- gelin almaya gider gibi gitmişlerdi. Gazze insanına bir parça insani yardım malzemesi götürüyorlardı. Çocuklara oyuncak götürüyorlardı, bir yaşındaki bebekleriyle beraber…

Onlar çok büyük şeyler başardılar…

Gafletteki dünyayı silkeleyip uyandırdılar. Dünya sadece bunu konuşur oldu.

Onlar çok şeyler başardılar…

Bu nedenle onlara tüm ülkelerin en büyük devlet nişanlarının verilmesi gerekiyor. Onlar sivil toplumun şeref madalyalı gönüllüleri. Sahabe içinde Bedir ashabı neyse sivil toplum örgütlerinin aktivistleri içinde de onlar öyleler.

Sahabenin, Bedir ashabından olamadığına yandığı gibi ben de onlarla olamadığıma yanıyorum. Her gün biraz daha fazla…

Ah! Sorumluluklarım… Beni ayaklarımdan tutmuş, nelerden engelliyorsunuz? Yarın ahiret günü keşke dedirtmeyecek misiniz bana? Zaten imtihan da bu değil mi? Akıl da bu değil mi? Keşke demeyeceğimiz bir hayatı yaşayabilmek! Binler muhbiri sadık boşuna mı nefes tükettiler?

Ben keşke gözyaşlarımı içime akıtırken, Mavi Marmaranın kahraman yolcularını alınlarından öpüyorum…

Siz sivil toplumun şeref madalyalı gönüllülerisiniz… 12.06.2010

Gürcan ONAT

YAŞZEDELERİN halinden YAŞ ZADELER anlamaz. YAŞZEDELER anlar.


Mehmet ERDİL’in kaleminden harika bir anlatım.

YAŞZEDELERİN halinden YAŞ ZADELER anlamaz. YAŞZEDELER anlar.Bir de irfan sahibi olanlar.

Siz,Temmuz maaşınızı aldığınızda, bir ay sonraki Ağustos maaşınızı alamayacağınızı, biliyorum ki, hiç aklınızdan geçirmezsiniz. Bu yüzden, kendinizden evvel ihraç edilenler hakkında; mutlaka gizli bir örgütlenme içerisinde olduklarını düşünürdünüz. Çünkü, ben de bu kanaat içerisinde idim. Başıma geldiğinde ve bunun böyle olmadığını anladığımda, bu zannımdan ötürü, hiç bir şey ifade etmeyen, büyük pişmanlık ve hicap duymuştum.

İhraç’ın, Tıpkı bir kaza gibi geliyorum demediğini, öncelikle yedeğinizde tutmalısınız. çünkü bunun en ufak emaresi ve belirtisi ve de önlemi yoktur. İhraç sizi, belki, müsademeden birliğinize yeni dönmüş ve dağın tozlarını üzerinizden silkelerken bulur. Belki, eğitimde birliğinizin başında bir sabah sporunda, belki bir atışta, belki,hastanızı muayene ettiğiniz revirde, belki bir ameliyat masasında, belki, duruşma sonrası cüppenizi portmantoya asarken, belki, karakolunuzda görevlendirme yaparken, devriyeleri çıkartırken, belki, cezaevinden mahkum sevki yaparken, belki bir gemide dümen başında, belki, güvertede seyir halinde iken, belki araçları kademede tamir ederken, tank’ın paletlerini sökerken, belki Kandil sortisinden dönerken… bulur.

ben, lavabodan çıkmıştım… kurulamadığım ellerimi ovuştururken, arkadaşlar, sonradan bunun gün boyu sürdüğünü söylemişlerdi. O gün, ulak bir heyecanla size doğru koşar. çivi gibi önünüzde çakıldığında verdiği selamın, alacağınız son selam olduğunu düşünemezsiniz… Komutan çağırıyor der… Kapı vurup girdiğinizde, vereceğiniz selamın da son selam olduğunu anlayamazsınız. Ve sonra evinize gün ortası vakitsiz döndüğünüzde, ve son kez eğilip botlarınızın bağını çözdüğünüzde hep cevabını bilemediğiniz sorular beyninizde kaynarken, eşinizle o gün bir tuhaf göz göze gelirsiniz. Kısa pantolonunuzu çıkartıp haki elbiseleri giydiğiniz o çocukluk gününden, kısa pantolonlarıyla etrafınızı saran kendi çocuklarınıza kadar o zaman aralığının nede çabuk bittiğini hayal edersiniz. Ve bu çirkin, kalleş, adaletsiz, hukuksuz, antidemokratik bitişe sessizce haykırırsınız. nedenini, niçinini soracağınız ve cevabını alacağınız hiç bir kişi ve makamı ülke sınırları içerisinde bulamazsınız… çaresiz göç hazırlığına başlarsınız.

Dışarıda hiç bilmediğiniz hayat sizi bekler. Aziz dostlar; bu aşamadan sonra yapacağınız hiç bir şey yoktur. Üniforma sırtınızda yapamadığınız şeyi dışarıda yapamazsınız. Bu, yargısız olan büyük haksızlığı, öncekiler olarak bizler yaşarken, sizler hiç bir şey yapmadınız, iki satırda olsa yazmadınız, bir an bizim yerimize kendinizi koymadınız, ilgili yerlere bir çift söz söylemediniz, bize dokunmayan yılan bin yaşasın vaziyetini tercih ettiniz.

Dışarda dostlarınızın çok olacağı yanılgısına sakın düşmeyiniz. Allah yar ve yardımcınız olsun. Aramıza şimdiden hoş geldiniz, sevgili kaderdaşlarımız.

Mehmet ERDİL

komşu komşunun külünden, avukatına muhtaç hattı.


Komşular mahkemede tanışıyor
  Eski komşulukların kalmadığı hep söylenirdi ama işin bu raddeye geleceği beklenmezdi. Özellikle yeni sitelerde, lüks konaklarda neredeyse bütün komşular birbiriyle davalık.04-04-2010 / 13:13

Alttaki üstekini `banyon akıyor` diye mahkemeye veriyor, kapı komşuları gürültüden dolayı karakola düşüyor, dava açacak parası olmayanlar komşusunu belediyeye şikâyet ediyor.

İstanbul`da özellikle yeni sitelerde oturanların birçoğu sabah işe gitmeden evvel adliyeye uğruyor. Ya üst komşusunu gürültüden dolayı şikâyet ettiği için açtığı davayı takip etmeye ya da yan dairedeki komşusunun kendisine dair şikâyeti üzerine savunmasını vermek için. Adalet Bakanlığı`nın davalara dair istatistik tutma gibi bir geleneği olmadığı için sayısal bilgi veremiyoruz ama son yıllarda komşuların birbirlerine dair şikâyetlerinin arttığı gözle görülebiliyor. Avukatlar, site ve apartman yöneticileri, sivil toplum örgütleri ve apartman sakinleri buna şahit. Mesela Demet Kömür, İstanbul Başakşehir`de oturduğu binada, ailecek görüştüğü üst kat komşusu tarafından mahkemeye verilmiş. Oğulları kavga etmiş. Kömür, kapıya gelen polisin onu şoke ettiğini söylüyor. “Yaşadığım durum ilişkilerin ne kadar zayıfladığının kanıtı. Deseydi ki, `oğlun bir şey yapmış komşu.` Özür dilerdik. Mahcup olurduk. Karakola gitmekle kalmadılar, çocuğumu tehdit ettiler. Bu olay moralimizi bozdu, çok üzüldüm, evimden soğudum.” Komşusu şikâyetini geri çekince dava bitmiş ama o apartmandan taşınan Kömür, “Komşuya ev anahtarı bırakma, çocuk emanet etme devri bitti.” diyor.

Avukat Bülent Deniz, komşularıyla davalık olan birçok ev sahibinin davalarına bakıyor. Bu tür şikâyetlerin çok arttığını söylüyor. Deniz toplumsal değişimin bir sonucu olarak gördüğü davaların hukuk sistemine büyük yük getirdiği görüşünde. Bu sebeple komşuluk sorunları için hakemlik kurumuna benzer bir çözüm sisteminin geliştirilmesini öneriyor.

İşadamı Murat Köse, Büyükçekmece`de bir sitede yöneticilik yapıyor. Müteahhitle ve komşularıyla yaşadığı sorunlar sebebiyle bu görevi üstlenmiş. İnsanların haklarını bilmediği için başkalarının hukukuna da saygı göstermediklerini düşünüyor. Kavgalı komşuların yönetici olarak aralarına girip mahkemeye gitmeden sorunlarını çözmeye çalışıyor. Köse, yöneticilerin görevini layıkıyla yapmadığı için en ufak anlaşmazlıkta mahkemeye gidildiğini söylüyor. Mahkeme kapılarının bu kadar çok aşındırılmasını korkuya bağlıyor.

Deniz Aydeniz`in komşusundan muzdarip olanlara yol gösteren bir internet sitesi var: http://www.apartmansakinleri.com. Aydeniz, komşusuyla davalık olanların yanı sıra çok sayıda insanın da aidat ödemediği için icralık olduğunu vurguluyor. Aydeniz`in komşuluk hukuku, kat mülkiyeti kanunu ve medeni kanun hakkında detaylı bilgilerin yer aldığı sitesinde, huzur vermeyen komşunun nasıl dize getirileceğine dair ilginç bilgiler de yer alıyor. Dava açmak zorunda kalanları avukat masrafından kurtaracak yöntemler anlatılıyor. Dava açmak için dilekçe örnekleri var.

“Apartmanlarda huzur yok kavga var”

Aynı çatı altında yaşayan ahlaki anlayışları, yaşam şekilleri farklı insanların anlaşamamasının normal olduğunu söyleyen Aydeniz`e göre insanlara bir arada yaşama kültürü, kul hakkı, demokrasi ahlakı üzerine eğitimler verilmeli.

Mahkemeye gitmek maddi imkânları olanların tercih ettiği bir yol. Bu imkânı bulamayan “komşu muzdaribi vatandaşlar” belediyelerin kapısını aşındırıyor. Zeytinburnu Belediyesi`nin beyaz masasına bu konuda çok şikâyet geliyor. En fazla, komşusu banyosundan sızan suyla ilgilenmediği için yardım isteyenler arıyor. Komşusunun halı silkelemesinden, bina içine çöp bırakmasından, merdivenlere ayakkabı dizmesinden, gürültüsünden rahatsız olan belediyeye koşuyor. Belediye`nin ise yapacak pek bir şeyi yok. Ancak Zabıta gidip şikâyet edilen komşuya uyarıda bulunabiliyor. Emlakçıların ev kiralayacak veya satın alacak kişilere şöyle bir önerisi var: “Evin ne kadar güzel olduğu, kaç odası bulunduğu, güneş alıp almadığı kadar alt ve üst katta oturanların nasıl insanlar olduğu, yan dairede kimlerin yaşadığına bakmak gerek. Yoksa güzel bir evde, huzursuz yaşarsınız.” Komşu komşunun yalnızca külüne değil ahlâkına da muhtaç.

***

Ünlü de olsa onlar komşu

Tiyatrocu İsmail Hakkı Sunat, gürültü yaptığı için uyardığı komşusu tarafından kurşunlanarak öldürüldü. Şarkıcı Burcu Güneş`e komşusu hakaret davası açtı. Kendisinin mahkeme kapısında “Komşuma hakaret etmedim” açıklaması yapmışlığı var. Galatasaray`ın Brezilyalı futbolcusu Jo Alves`ten de komşuları şikâyetçisi. Alves`i karakoldan kulübü kurtardı. Komşusu Faruk Kocabaş ise futbolcu için “İllallah” diyor.

Kaynak : ZAMAN

hadi be…kontör bitmiş.


Tv de bir dizi. Reklam olmasın diye ismini ve kanalını vermeyelim. Aslında seyretmediğim bir dizi. Sadece farkında olmadan açık kalan bir kanal da karşıma çıkan bir kaç saniyelik görüntüler ile gördüğüm diz desek daha iyi olacak.

Bir mehmetçik-pkk mücadelesini anlatan kahramanlık dizilerinden biri. Neyse biz dizi ile ilgilenmiyoruz o yüzden esas konumuza geçelim daha iyi olur. Dağ da terörist avından dönen mehmetçik operasyon sonunda sanırım nişanlısı ile telefon ile konuşuyor.

Dizi başrol oyuncusu ve dizi kahramanı uzman çavuşun kız arkadaşı, ertesi gün kahvaltıyı beraber yapalım diyor çavuş cevap veriyor. OLur ama izin alabilirsem. Esas kız ee sen daha yeni dağdan geldin diyor. Uzman güya espiri yapıyor “sen bana dağdan inme mi diyorsun ?”

bu ne demek şimdi. Dağdan inme.

Neyse enteresan geldi bize paylaşalım dedik. Ama malesef biz esas konumuza yeni geldik.

Dizinin bu kısmında esas oğlan esas kız ile cep tel vasıtası ile gece karakoldan konuşuyor. Düşündüm de gerçekten operasyonda canını dişine katmış ve canını bu memleket için ortaya koymuş mehmetçik opersayon sonrası karakola döndüğünde kendisini merak edenleri arasa kontör yetmez herhalde.

Evli ise hanımını arasa, sonra annesi ve babasını arasa kimbilir kaç kontör. Dolayısı ile aslında bu insanlara zamanın da bedava kontörler verilmişti. o zamanlar tamamen memurlar için verilmiş bir hak iken sınırsız konuşma olayı daha sonra her zaman olduğu gibi bu verilen hakkı suistimal eden bir takım zevatlar nedeni ile sınırsız hakları iptal oldu bildiğim kadarı ile.

Bir memur hatırlıyorum ben belki sizde hatıralarsınız bu kendini bil(e)mez memuru. Memurlara tanınan bedava hattı, bedava diye bebeğinin odasına koyup bebeğinin ağlayıp ağlamadığını kontrol eden ve kesintisiz olarak 16 saat açık tutma rekoru kırmıştı nasıl olsa beleş diye.  Bu tip suistimaller sonrasında sanırım memurların bu hakları iptal edilmişti. Şimdilerde bildiğim kadarı ile belli bir ücret karşılığında, belli bir süre var hakları var. Olsun bizim o da yok.

Operasyondan dönüp de ailesine sağ ve salim olduğunu kontörü kalmadığı için bildiremeyen memurun hakkı yok mu bu öteki memurda acaba. Vardır vardır. aslında az önce ki rekortmen memurumuz ile konuşmak isterdim belki bolgumuzdan haberi olur ve belki bize yorum yapar kimbilir ama bu arkadaş acaba ne düşündüde babyphone olarak hanımının cep teli ile kendi telini kullandı. Eminim ki kesin telefonun dayanmama durumundan dolayı şarja da bağlıdır cihaz. Ve ses gelsin diye sanırım bebeğin yanındaki komidin veya dolabın üstünde yada yastığının hemen yanına konmuştur cep telefonu.

Kaş yapayım derken göz çıkarma bu olsa gerek herhalde.

Neyse ben derim ki en azından bu memleket için gerçekten canını ortaya koyan memur, işçi vs. kim var ise bunlara bir takım hakların sağlanması lazım ama önce sepetteki gerçek çürüklerin çöpe atılması lazım.

Hadi hayırlısı bakalım belki o günde gelir. Kimbilir.

yılın son golü…yılın ilk yazısı


2010 nun ilk saatleri…

2009 kötü bir sene idi. Sanırım herkes için özellikle kriz ortamı nedeni ile kötü geçen hatta geriye götüren bir sene olarak arşivde yerini aldı.

Yılbaşı gecesi tv programlarını bile arşivden yaptılar bu kadar vahim ortalık yani. Bir çok yerde kiralık, satılık devir yazıları hat safhada. Eskiden hava parası verip sıraya girdiğiniz dükkanlar boş duruyor şuan. Herkes ne yapalım diye düşünüyor işte.

Binlerce kitap ve binlerce eğitim verilmiş iken kimsenin tahmin edemediği bir kriz kapımızdan, tepemizden veya içimizden bir şekilde teğet geçti ama henüz gitmedi. Ben de ticaret ile uğraştığımdan krizin ortasında mücadelemizi mümkün olduğunca yapmaya gayret eden bir esnaf olarak dayanabildiğimiz yere kadar dayandık ama kendi ellerim ile dekorasyonunu yaptığım dükkanımı kapatıp daha küçük ve daha gösterişsiz olan bir dükkana taşındım. Dilerim burayı da kapatmadan işimize devam ederiz. Zira yaş bayağı ilerledi artık işte bulamayız sanırım.

2009 konusunda aklımda en çok kalan bu kriz olmasının yanın da ikinci yarısından itibaren Öncelikle kürt açılımı diye açıklanan daha sonra demokratik açılım olduktan sonra benden de destek alan bir demokratikleşme paketi beni ümitlendirdi.

Ancak her zaman ki gibi hem hükümet hazırlıksız ve alt yapısız olduğu her işteki gibi bu konuda çuvalladı. Her zaman kigibi muhalefet ne çuvaldız ne de iğne hesabı yapmadan aynaya bile bakmadan işin dozunu kaçırıp sulandırıp durdu.

Aslında her taraf mehmetçik üzerinden politika yapıyor ama en son tokatta şehit edilen askerler konusunda herhangi bir soruşturma açılıp açılmaması konusunda herhangi bir konu konuşmuyor bile.

Yok mu acaba bir ihmal. E ben bilemem artık askeriye alakam yok. Ancak bu kadar basit olmamalı. Asker kendi işine odaklanabilse sanırım daha iyi olacak. Askerin işi değil siyaset. Tabi rektörün de değil baronun da. Ama malesef ülkemde nedense kimse kendi işine gereken önemi vermeyerek sadece karşı tarafa muhalefet yapma derdinde.

Eski günlerde bir büyüğüm şöyle demişti.” İyi yada kötü iş yoktur. İyi yada kötü yapılan iş vardır. ” Şimdi daha iyi anlıyorum bu komutanımın ne demek istediğini. Malesef ülkemde her iş de bir kokuşmuşluk hat safhada.

Bunun yanın da ikinci yarısından itibaren bir AKP yi bölme ve ihtilal furyası ile geçti memleketimin krizdeki günleri. Daha eski günlerde en önemli gündem maddesi laiklik ve irtica bahaneleri olunca bundan da ters tepki oyları ile AKP her iki kişiden birini alıp iktidara gelince onu oradan indirme planları yapılmış. Bu da diğer gündem maddemizdi.

Daha sonraları ise domuz gribi geldi gündeme. ve tarihinde ilk kez bir sağlık bakanını aşı konusunda başbakanı ile ters düştü. aslında o sağlık bakanı o aşıları getirmeseydi o başbakan onu görevden almayacakmıydı ki ben sağlık bakanım ile aynı kanaatte değilim dedi. O aşı gelmeseydi sanırım AKP yi harbiden indirirlerdi iktidar dan ya neyse.

Bu arada adam iki kişiden birinin oyunu almış olduğu halde bu günlerde kime sorsan AKP ye oy vermedim yalanı atıyor. Seçim sonuçlarının ilk açıklandığında Akp ye oy verdiğini gerildiği koltuğundan pişmiş kelle gibi bahseden hatta akp nin belediyelerinde seçimden sonra kadro alan personel bile ben oy vermedim diyebiliyor. Peki bu mu adalet ya. Bu ne kadar karaktersiz bir yaşam tarzı.

Daha sonra DTP nin kapatılması ve İstanbul barosunun katsayı hakkında danıştaya iptal başvurusu hafızam da kalmış. Ben bu baronun vatandaşların yararına herhangi bir banka aleyhinde aldıkları haksız paralar aleyhinde herhangi bir çalışma yağtığını görmedim acaba bunun ile neden ilgilenmiyorlar diye düşünme yaşını çoktan geçtim ama hala bu siyasetin ne menem bir şey olduğunu anlamadım. Siyaset mi hukuka müdehale ediyor yoksa hukuk mu siyasete.

Hakimlerimiz birbirine güvenmiyor ki ben vatandaş olarak onlara güveneyim mi güvenmeyeyim mi sorusuna cevap verebileyim. Neyse en son günlerde Aydın DOĞAN kendi holdinginden ayrılma kararı aldı ve yönetiminden istifa etti. tabi bu arada cumhuriyet tarihinin diye bahsedilen rekor bir vergi cezası yedi. Osmanlı da ceza zaten yoktu.

Bunlar aklımda 2009 dan kalanlar. Bir de MUHSİN YAZICIOĞLU’ nun elim bir kaza sonrası hayatını kaybetmesi aklımın köşesinde yer etti.

En son  gün ise zeytinimden bir gol yedim ama olsun. 2010 daha iyi olacak inşallah.

Umut en güzel ilaç zaman ve sabır da en güzel vitamindir

haydi kalın sağlıcakla.

gençlik kime emanet…


Mustafa Kemal ATATÜRK, malum memleketi haklı olarak gençlere emanet etmişti. Ancak gençlik olarak bahse konu olan topluluğun şuan bırakın memleketi kendilerinin bile farkında olamayacak kadar konu ve problemlerden uzak olduğunu her aşamada görmek ne kadar acı veriyor bana.
Gençlik gidiyor dediğinde bile umrunda olmayan kendi öz anne ve babasından salak, eşek diye bahseden veya kendi çocuğuna geri zekalı bu ya dediği videonun paylaşım sitelerinde en çok hit alan video yapan bir nesil ile karşı karşıyayız.
Hiç bir şey bilmeden herşeyden fikri olduğunu sana ezik bir topluluk aslında. Tamamen bir converse, cips, arada kola yanına da biraz linkin park yada benzeri bir grup ekledinmi 3g telefonu da kaptımı tamamdır. Yıkılsın dünya umrunda mı?
Warcraft sevdalılarının yanına bir ara simsciler eklendi daha sonra SPORE modası çıkardılar. Peşinden ise yeni bir play station oyunu moda oluyormuş bu günler de hatta dün pazarlamasına başlanılmış. Hareketlerinize karşılık veren bir oyun işte.
Okullar desen Allah’a emanet aslında. Eğitim şart diye diye eğitime tecavüz ettiler iyice. Hatırlarım dershaneye gitmeden dereceye girerdik biz öss imtihanlarında. Dershaneye annemizin boynundan çıkardığı kolyelerin satılması ile bir kaç ay ancak gidebildik. O zamanlar kredi kartı yok ki taksit yapılsın ancak senet olayı var herkese de yapılmıyor. Koskoca istanbulda kim kime dum duma yeni başlamış. Mahallede tanımadık aileler ve çocuklar oluşmakta.
Kahveci ile berber amca bile bilmiyor bu sokaktakilerin kim olduğunu. Çok göç alıyor diyorlar ama o zaman nüfus daha 10 milyon bile olmamıştı istanbulda.
Şimdiler de bir reklam var tv de. Bir sürü saçma sapan laftan sonra burası istanbul diye dikkat çekmeye çalışan bir reklam. Pazarlama ve reklam kısmı tamamen bizden uzak olsun anlamam zaten bu işlerden. Ama kullanılan diyaloglarda genelde anne veya baba ile çocukları arasında oluşan uçurum gündemde.
Bu çok bilinen firmamız da kendi pazarlama ve marka bilinirliği hikayesi ile (nedense yurtdışında bir türlü marka olamayınca gene yurdum insanına döndü bu sene gene. seneye Allah kerim ama dedik ya anlamayız biz bu pazarlama işlerinden. ) bir güzel bu uçurumun oluşmasına katkıda bulunuyor. Hatta kendi çocukları ile yarın öbür gün kendisinin de diyalogu kalmayınca iyice durum vahiö olacak ama ne yaparsın.
Bunun yanın da geçen sen zorunlu olarak bulunduğum hastane sürecinde ise bir takım hastaların yanın da malesef genç nesilden kimseler yoktu. sanırsınız ki çocuklar okulda ve ders çalışıyorlar iyide kardeşim
ne alakası var git okulda yoklama al kesinlikle dersten kaçmıştır… Kaçmayanlar ise kantinde obozite kavramını haklı çıkarmaya gayret ediyorlardır.

Eskiden hatırlardım bilmem nerdeki lisede panel yapılmış ve bu konuda bir sürü doçent katılmış diye duyardık. Uzak olmasa gidip dinlemek isterdik. Hatta şehirler arası yolculuklar ile tiyatrolara giderdik kültür faaliyeti anlamında. O zaman profesörle bu zaman ki gibi elini sallasan kadar yok zaten, nadir en fazla bir kaç tane.

Şimdilerde az gayret etseydim sanırım bende prof olmuştum. Durum o kadar vahim aslında. Ben kim profesör olmak kim. Ama işte az gayret ve biraz da istek olabilseydi ülkeme akademik kariyer anlamında da etiketimle de hizmet verebilecektim.

Bilimsel bir çalışmanın olup olmadığı aslında kimsenin umrunda değil. Kim ne yapacak veya nasıl kontrol edecek ki bu durumu.
Ben gene döneceğim gençlere.
Özellikle facebook ve twitter modasında dalgalanan sayın gençlerimiz, Atatürk’ün mirası üzerinde bu günlerde sanırım iyice kafa patlatıyor.
Garip bir yazım dili. Harfleri yutulmuş ve en çok Kullanılan D ve X harfleri. Hiç bir anlamı yok aslında. Eski mısır yazılarına gülen gençlik onlarda ki anlam bütünlüğü anlamaya vakit ayıramadan kendi anlamsız dillerini oluşturdular.

Güldüğünü belli etsen ne olur belli etmesen ne olur. Ya fikrin öenmli değil mi senin.
ama televizyonda yaş 15 yarışması var.
onlardan yola çıkıyoruz. işte.

Bu arada babası ile beraber cinayet işlediği iddia edilebilen gençlerimizde var tabi. eee nasıl olacak bu işin sonu peki.

Git gide durum vahim den öteye gidiyor aslında.
Atatürk haklı olarak gençlere emanet etmiş vatanı, ama ya gençler onlar kime emanet.
Hükümete mi.
Şovmen muhalefete mi.
Eğitim kadrosu desen cık oda olmaz.
Yargı daha beter durumda onlara birinin mukayet olması lazım bu günlerde.
Askerden hiç bahsetmeyelim ,onların işleri başlarından aşkın. Tatbikatlar yoğun.
Polis desen kendi derdinde.
Belediyeler nerde mi salla onları birdaha ki seçime kadar gelmez onlar.
İmamlar desen onların çoğunluğu zaten artık ticari hayata girmiş durumda.
Öğretmenler dershane transferleri arasında sıkışıp kaldılar.
Sivil toplum örgütlerinde ise sadece örgüt faaliyeti kalmış topluluk ile zaten alakaları yokki gençler ile olsun.
Vatandaş ise yastık altından yemekle ile meşgul. Eskiden kemer sıkar öyle yaşalardı artık ne kemer kaldı ne de semer.

Ben sokaklarda göremiyorum artık emanetin bilincinde olan genç. Sorumluluk zaten almak istemiyorlar. Versen de alamazlar ki zaten.

Hay aklım lütfen ya. ne gereği var düşünüyorum ben bunları. Battı balık yan gider deyip çek battaniyeyi üstüne kardeşim havalar soğudu. Malum gribin domuzu da ortalık ta bu ara. Salla sen uyumana devam.

Gençler ne yapsın ki büyüklerinin durumu ortada işte.
Hay aklım benim ne gereği var ya.

üşüyorum- muhsin yazıcıoğlu


12 Eylül 1980 ihtilalinin ardından Mamak Cezaevine konulan ve 7,5 yıl demir parmaklıklar ardında kalan Yazıcıoğlu’nun kaleminden dökülen şiir, özlem, hüzün ve duygu yüklü.

İşte Yazıcıoğlu’nun Mamak Cezaevi’ndeyken yazdığı ve okuduğu ‘Üşüyorum’ şiiri

Bir coşku var içimde bu gün kıpır kıpır
Uzak çok uzak bir yerleri özlüyorum
Gözlerim parke parke taş duvarlarda
Açılıyor hayal pencerelerim
Hafif bir rüzgar gibi süzülüyorum
Kekik kokulu koyaklardan aşarak
Güvercinler ülkesinde dolaşıyor
Bir çeşme başı arıyorum
Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp
Mis gibi nane kokuları arasında
Ruhumu dinlemek istiyorum
Zikre dalmış her şey
Güne gülümserken papatyalar
Dualar gibi yükselir ümitlerim
Güneşle kol kola kırlarda koşarak
Siz peygamber çiçekleri toplarken
Ben çeşme başında uzanmak istiyorum
Huzur dolu içimde
Ben sonsuzluğu düşünüyorum
Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk, üşüyorum..

Muhsin YAZICIOĞLU