hadi be…kontör bitmiş.


Tv de bir dizi. Reklam olmasın diye ismini ve kanalını vermeyelim. Aslında seyretmediğim bir dizi. Sadece farkında olmadan açık kalan bir kanal da karşıma çıkan bir kaç saniyelik görüntüler ile gördüğüm diz desek daha iyi olacak.

Bir mehmetçik-pkk mücadelesini anlatan kahramanlık dizilerinden biri. Neyse biz dizi ile ilgilenmiyoruz o yüzden esas konumuza geçelim daha iyi olur. Dağ da terörist avından dönen mehmetçik operasyon sonunda sanırım nişanlısı ile telefon ile konuşuyor.

Dizi başrol oyuncusu ve dizi kahramanı uzman çavuşun kız arkadaşı, ertesi gün kahvaltıyı beraber yapalım diyor çavuş cevap veriyor. OLur ama izin alabilirsem. Esas kız ee sen daha yeni dağdan geldin diyor. Uzman güya espiri yapıyor “sen bana dağdan inme mi diyorsun ?”

bu ne demek şimdi. Dağdan inme.

Neyse enteresan geldi bize paylaşalım dedik. Ama malesef biz esas konumuza yeni geldik.

Dizinin bu kısmında esas oğlan esas kız ile cep tel vasıtası ile gece karakoldan konuşuyor. Düşündüm de gerçekten operasyonda canını dişine katmış ve canını bu memleket için ortaya koymuş mehmetçik opersayon sonrası karakola döndüğünde kendisini merak edenleri arasa kontör yetmez herhalde.

Evli ise hanımını arasa, sonra annesi ve babasını arasa kimbilir kaç kontör. Dolayısı ile aslında bu insanlara zamanın da bedava kontörler verilmişti. o zamanlar tamamen memurlar için verilmiş bir hak iken sınırsız konuşma olayı daha sonra her zaman olduğu gibi bu verilen hakkı suistimal eden bir takım zevatlar nedeni ile sınırsız hakları iptal oldu bildiğim kadarı ile.

Bir memur hatırlıyorum ben belki sizde hatıralarsınız bu kendini bil(e)mez memuru. Memurlara tanınan bedava hattı, bedava diye bebeğinin odasına koyup bebeğinin ağlayıp ağlamadığını kontrol eden ve kesintisiz olarak 16 saat açık tutma rekoru kırmıştı nasıl olsa beleş diye.  Bu tip suistimaller sonrasında sanırım memurların bu hakları iptal edilmişti. Şimdilerde bildiğim kadarı ile belli bir ücret karşılığında, belli bir süre var hakları var. Olsun bizim o da yok.

Operasyondan dönüp de ailesine sağ ve salim olduğunu kontörü kalmadığı için bildiremeyen memurun hakkı yok mu bu öteki memurda acaba. Vardır vardır. aslında az önce ki rekortmen memurumuz ile konuşmak isterdim belki bolgumuzdan haberi olur ve belki bize yorum yapar kimbilir ama bu arkadaş acaba ne düşündüde babyphone olarak hanımının cep teli ile kendi telini kullandı. Eminim ki kesin telefonun dayanmama durumundan dolayı şarja da bağlıdır cihaz. Ve ses gelsin diye sanırım bebeğin yanındaki komidin veya dolabın üstünde yada yastığının hemen yanına konmuştur cep telefonu.

Kaş yapayım derken göz çıkarma bu olsa gerek herhalde.

Neyse ben derim ki en azından bu memleket için gerçekten canını ortaya koyan memur, işçi vs. kim var ise bunlara bir takım hakların sağlanması lazım ama önce sepetteki gerçek çürüklerin çöpe atılması lazım.

Hadi hayırlısı bakalım belki o günde gelir. Kimbilir.

pişmanlık, en büyük pişmanlıktır aslında…


yeni yaşıma yaklaştığım şu günlerde ve ömrünün yarısından fazlasının bittiği bu günler de nedense bu güne kadar hissetmediğim kadar pişmanlık duyguları ile başbaşayım.

Halbu ki bu günlere kadar pek hayatımda pişman olduğumu düşündüğüm bir kaç olay dışında bir şey gelmiyordu aklıma. Ancak anladım ki aslında pişmanlıklarımı düşünmekten kaçarken bir aslında pişman olmadığım anlamına gelmiyor sadece onların dank etmesini geciktirmek ile meşgul olmuşum.

Pişmanlık demek aslında bir hata. Öyle bir şey yok ve bizim hayat felsefemiz de olamaz böyle bir kavram. Ancak beni bezdiren malesef gene insanlar. Hele bu son zamanlar da insanlar artık tanınmaz, ALLAH’tan korkmaz bir hal aldı çıktı.

Ne yana baksan bir haksızlık ne yana baksan bir para kazanma hırsı.

Sen okula girdiğine pişmansın neden daha çok kazanabilirdin şuan o okuldan mezun olmasaydın. Ama senin o okulu tercih etitiğin yıllarda ise o okul mezunları daha çok para alıyordu. Devran döndü ama bu devran neden ise hep para etrafında dönüyor. Merkez para.

Yuttun içine attın düğünde bile çalınamayan davul zurnayı. Senden sonra ki düğünde dört ayrı sanatçıya verilebilen paranın elinde olmaması nedeni ile arabanı da satmıştın aslında sen. Bunda pişman olmak ne alaka ki.

Yok öyle bir şey dedik işte. Anlayana.

Esas mesajlarda kullanılan anlamsız yazı dili. Bebelerin elinde maskara olmuş güzelim dil. Ama sen gel benimle uğraş işte. dert etme bebelerin dile verdiği zararı ondan sonra memleket türküsü olarak elinde bir tek 10 yıl marşı.

Aynı teyyare önünde yamalı pantolanlar ile duran işçi resimleri gibi hayatımız. Yada ıspanak için deki olmayan demirden yumurtanın içine saklandığı sanılan kolesterole kadar dünyamız.

inceldiği yerden kopsun demeye hakkımız yok. Kopmuş artık.

Hadi kal sağlıcakla.

Soykırım terenesi üzerine…


Bu soykırım mevzusu amerikanın geçen hafta meclisinden geçti ya yarında isveç meclisinde konuşulacakmış ve geçen senelere göre durum daha da değişmiş miş ve geçen seneki gibi kabul edilmeme durumu söz konusu değilmiş muhtemelen bu sefer kabul edilecekmiş.

Edilsin neden bu kadar geriliyoruz anlamadım gitti. Geçti borun pazarı misali biz nedense iş iş ten geçince ortalığı strese vermeyi çok biliyoruz. Her sene mart ayında bu tereneler usanmadan tekrarlanıyor işte. Bir ara yunanistanda eylül ve ekim aylarında durup dururken ege de kıta sahanlığı gerginliği yapardı nedense. Şimdiler de iflas ettiler de bir kaç senedir eylül ekim aylarında rahatız nedense. Bakınız daha önceki senelere yada kardak diye aratın nette vardır tonla yazı işte.

Bende bu ermeni meselesi hakkında bir kaç satır yazayım diye düşünürken sabah haberlerinde STAR GAZETESİNDEN Sayın Mustafa AKYOL’a ait bir yazıyı görünce düşüncelerime tercüman olmuş adam diyerek yazı yazmak yerine onun yazısını düşüncelerime bir nevi tercüman olsun diye burada yayınlayalım dedik sizde okumadı iseniz okuyun bari.

‘Soykırım’ meselesinde gerçekçilik zamanı

mustafaakyol@stargazete.com- 10 Mart 2010 Çarşamba stargazete…

Her sene aynı şeyi yaşıyoruz. Mart kapıdan gözüküyor ve bizler Amerika’dan yeni bir “soykırım” lafı çıkıp çıkmayacağına kilitleniyoruz. Washington’a giden siyasetçilerimiz lobi yaparken resmi ağızlar “böyle talihsiz bir adımın Türk-Amerikan ilişkilerini nasıl zedeleyeceği” uyarısında bulunuyor.

Ama bu tabloda ahlâki açından rahatsız edici bir yön var: Amerika’da veya genel olarak Batı’da bu konuda fikir bildiren insanların ezici çoğunluğu, 1915’in bir “Ermeni Soykırımı” olduğuna inanıyor. İnanmıyor da sırf Türkiye’ye “hareket çekmek” için gözümüzün içine baka baka yalan söylüyor değiller yani. Biz ise bu durum karşısında “tarihsel hakikat”ten ziyade “siyasi baskı”ya yaslanmak zorunda kalıyoruz.

Peki ama neden dünyanın çoğu 1915’in bir “Ermeni Soykırımı” olduğunda hemfikir?

Çünkü, hem yaşanan trajedi gerçekten çok büyük, hem de bunu tarihin derinliklerinde gömülmekten alıkoyan, aksine Batı kamuoyunun gözüne sokan güçlü bir Ermeni diasporası var.

Eğer Osmanlı Müslümanları’nın imparatorluğun son yüzyılında hem Balkanlar’da hem de Kafkaslar’da yaşadıkları korkunç kıyımları da bu şekilde gündemde tutacak, akademik literatürde işleyecek, popüler kültürde yerleştirecek bir “ Osmanlı Müslümanları diasporası” olsaydı, durum farklı olurdu. Belki o zaman Sırplar, Bulgarlar veya Yunanlılar da “soykırım tasarıları” ile uğraşırdı.

Bunu bir defasında Amerikalı bir diplomatla konuşmuştum. “Niye Ermeniler’in trajedisi hep gündemde de, Balkanlar’da tehcir ve katliama uğrayan Türklerinki değil” diye sordum. “Basit” dedi. “Türklerin kayıplarının derdine düşen olmamış da ondan.”

Bu durum karşısında ise ne bir “Ermeni komplosu”na hükmetmek ne de “Haçlı Batı”ya lanetler yağdırmak gerek. Yapmamız gelen, durumdan ders çıkarmak ve sonra da “soykırım” meselesinde yeni bir anlayış ve dil inşa etmek.

Bunun için de en başta gerçekçi olmamız gerekiyor. Bugüne kadarki yaygın “Türk tezi” pek gerçekçi olmadı, çünkü “Ermeni mezalimi”nden başka bir şeye odaklanmadı ve Ermeniler’in yaşadığı büyük trajediyi ya küçümseme ya da tümüyle görmezden gelme yoluna gitti.

Bu, Kürt meselesini tartışmaya, “bir dakika, Kürt diye bir şey yoktur ki, onlar dağ Türküdür bir kere” diye akıl dışı bir tezle girmek gibiydi. Karşınızdakini sadece sizin saçmalamakta olduğunuza ikna edebiliyordu.

Bunu artık aşmak ve 1915’in ne olduğuna dair, gerçekçi, insani ve ahlâki bir sorgulamaya girişmek gerekiyor.

Bir kere tanımı ne olursa olsun, yüzbinlerce sivil Ermeni’yi yok etmiş korkunç bir olaydan söz ediyoruz. Bu insanların ve onların torunlarının acısını görmezden gelmek veya küçümsemek değil, aksine anlamak ve paylaşmak lazım.

Dönemin İttihat ve Terakki hükümetinin tehcir kararını da tartışmak lazım. Evet, o sırada Ermeni çeteleri Osmanlı ordusunu arkadan vuruyordu. Evet, “cephe güvenliği” şarttı. Ama aralarındaki bazı “teröristler” yüzünden tüm bir halkı sürgün etmek doğru muydu? En azından kadın, çocuk ve yaşlılar tehcirden muaf tutulamaz mıydı?

Olay bence de “soykırım” değil ve bu tanıma karşı çıkmak hakkımız. Ama soykırım tezinin tek alternatifi de “yapılanlar doğruydu, Ermeniler hak etmişti” demek değil.

Bu iki ucun arasında daha girift bir gerçek var ki, onu aramamız lazım. Bu, siyaseten daha akılcı olacağı gibi, ahlâken de daha doğru olacak.
yazı için buradan

İframe ftp virüsü…


Geçenler de bir yakınımın devamlı olarak yayınladığı web sitesine giremediğini girdiği zaman da istediği sayfaya ulaşamadığını görünce ona yardımcı olabilmek için internette araştırma yaparken farkettim bu iframe denilen virüs olayını. Neden yazarlar bu virüsleri bilmem ama Allah islah etsin demek den başka elimizden şuan bir şey gelmiyor

Bunun yanın da bu virüs ile alakalı olarak koruyucu tedbir olarak aşağıdaki maddeleri sıralıyorlar. ..

1. Öncelikle hep bir ağızdan Mozilla Firefox kullanın ifadesi ön plana çıkıyor.

2. Crackli yani yasal olmayan program kullanmayın.

3. Ftp sunucunuz da bulunan dosya izinlerini mutlaka düzeltin deniliyor. Bunun için de chmod dosya izinlerinizin 444, klasör izinlerinizin de 755 olmasını tavsiye ediyorlar. Genel de wordpress veya benzeri bir web yazılımı kurulduktan sonra dosya izinleri kurulum aşamasından sonra malesef 777 olarak kalmakta bu da tüm izinlerin açık ve devrede olduğu anlamına gelmektedir.